Sosyalizm, sosyal ve ekonomik olarak toplumsal refahın katılımcı bir demokrasiyle getireceğini ve üretim araçlarının hakimiyetinin toplumlara ait olduğunu savunan,1 işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren,2 özel üretim yerine kamu bazlı üretimi destekleyen, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi bir teoridir.34 "Sosyal mülkiyet"; kooperatif işletmeler, ortak mülkiyet, devlet mülkiyeti, öz kaynakların yurttaşlık mülkiyeti veya bunların bir karışımı olabilir.5 Sosyalizmin pek çok çeşidi vardır ve bunların tek bir tanımı yoktur.6 İdeolojiyi savunanların toplumsal mülkiyet türleri, yönetimi üretken kurumlarla birlikte nasıl şekillendirecekleri ve sosyalizmi oluşturma konusunda devletin rolünün ne olacağı gibi konularda farklı düşünceleri mevcuttur.7
Sosyalist fikirler tarih boyunca dile getirilmiş olsa da 19. yüzyıla kadar siyasi bir şekil almış değildi. Bu şekilleniş, sanayi kapitalizmine karşı esnafların çıkarlarını dile getirmesiyle başladı. Fakat kısa süre sonra işçilerin sorunlarına odaklandı.
Sosyalizmin çıkış amacı kapitalist ekonomiyi ortadan kaldırmak ve yerine ortak mülkiyet anlayışına dayanan bir ekonomi oluşturmaktı. Bu amaç devrimci, ütopik bir karakter taşıyordu.
Ancak sosyalizm 19. yüzyılın sonlarından itibaren fikirsel ayrılığa uğradı. Bir kısım sosyalist, işçilerin haklarının düzenlenmesinin, ücretlerin arttırılmasının ve çalışma şartlarının iyileştirilmesinin, sendikalar ve siyasi partiler aracılığıyla olmak üzere aşamalı bir şekilde kanunlar ile yapılması gerektiğini düşünüyordu. (Bkz. Robert Owen, Charles Fourier, William Morris) Diğer bir kısım ise devrimci yollardan sosyalizmin sağlanacağına inanıyordu. Böylece sosyalizm, devrimci yolları izleyecek olan komünizm ve evrimci, reformist yolları izleyecek olan sosyal demokrasi olarak ikiye bölündü. (Bu bölünme hem sosyalizme ulaşmak için hangi araçların kullanılması gerektiği, hem de sosyalizmin amacının ne olduğu sorunsalını ortaya çıkardı.)8
Marksist teoride sosyalizm, kapitalizmin yerini alacak ve daha sonra sosyalist yapı kendiliğinden söneceğinden komünizme dönüşecek bir topluma işaret eder. Marksizm komünizmin teorik ve felsefi zemini, komünizm sosyalizmin ardılı olarak gelişecek toplumsal sistemdir.
Terimin ilk kullanılışı 19. yüzyılın başına kadar gider. İlk kez 1827’de İngiltere'de, Robert Owen’ın takipçilerini adlandırmak için kullanılmıştır. Fransa'da, yine özgönderimsel olarak, 1832 yılında l’Encyclopédie nouvelle’deki Saint-Simon, ardından Pierre Leroux ve J. Regnaud'un fikirlerinin takipçisi olanlar için kullanılmıştır. Kelimenin kullanımı hızlı bir biçimde yayıldı ve değişik zamanlarda ve yerlerde değişik şekillerde kullanıldı. Farklı kişiler ve gruplar kendilerini sosyalist ve sosyalist karşıtı olarak tanımladılar. Sosyalist gruplar arasında büyük farklılıklar olmakla birlikte, neredeyse hepsi, toplumun seçkin bir azınlığına hizmet etmektense halk çoğunluğuna hizmet eden bir iktisat bilimiyle birlikte, dayanışma prensiplerine göre işleyip, eşitlikçi toplumu savunarak, sanayi ve tarım işçileriyle birlikte mücadele eden,
Ekonominin küçük bir aristokrat, zenginler sınıfı ya da kapitalist bir sınıf yerine geniş kitlelerin yararına işletilmesi gerektiği savunan yönetim biçimidir. Sosyalizm, çalışan sınıfın iktidarını savunan sosyoekonomik bir modeldir. Kelime anlamı (Sosio: Toplum, Halk) itibarıyla bakıldığında üretici gücün insan, insan emeği ve dolayısıyla toplum olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşturulmuş bir sistemdir. Çeşitli sosyalist teorilerde devletçilik prensibi mutlak olarak geçerlidir. Devlet üretime hakim güç olarak ön plana çıkar. Bu modeli savunan iktisatçılar tarafından toplumun esas alındığı iddia edilse de, yetkiyi toplum adına devlet kullandığı için, etkin güç daima devlettir. Kişiler arası eşitlik vurgusu yapılır. Kamu yararı ve toplum ön plandadır. Kolektif (topluluk olarak, kitle halinde) hareket etme ve buna uygun bir biçimde örgütlenme ve çalışma planlanır.
Bir başka deyişle sosyalizm işçi sınıfının, ticari amaçlı üretim araçlarına (fabrikalara, tarım arazilerine, hayvan çiftliklerine ve deniz kıyılarına) ve temel tamamlayıcı kurumlarına (bankalar, kooperatifler) mutlak egemen ve sahip olmasıdır. Bu kurama göre işverenlerce açılmış özel teşebbüs, üretim araçlarına sahip olamaz. Çünkü Marksizm'e göre bu durum toplumun sınıflara ayrılmasına ve oluşacak egemen sınıfların, ezilen sınıfları sömürmesi ile sonuçlanacaktır. Bu sebeple devlet toplum adına tüm piyasayı kontrolü altında tutar. Serbest Piyasa Ekonomisi geçerli değildir. Bunun yerine çeşitli planlı veya doğal ekonomi teorileri sosyalist gruplarca tercih edilir. Planlı ekonomilerde yıl bazında tüm ülkede ne üretilip ne kadar tüketileceği önce yerel ve bölgesel olarak hesaplanır, daha sonra tek merkezde (yerel başkentte) eş güdümlü olarak değerlendirilir ve düzeltmeler yapılır. Mutual ekonomilerde ise mülke dayalı olmayan, ihtiyaç doğrultusunda oluşan özgür bir ekonomik ortam oluşur.
Özetle merkezi planlı sosyalist ekonomilerin temel prensipleri şunlardır:
1. Üretici güç olarak emek öne çıkar.9
2. İşveren faktörünün rolünü işçiler veya kamu kurumları doldurur.
3. Merkezi planlı ekonomi ile çeşitli planlar belirlenir.
4. Kamu Yararının (genel hukukun / kamu hukukunun) ön plana çıkması çok belirgindir.
5. Temsilî demokrasi tercih edilmez, çünkü sınıflı toplumlarda olan burjuva siyasetinde olan siyasal yapının işçileri böldüğü görüşü savunulur.10
Marksist felsefeye göre toplumların çeşitli sınıflardan oluştuğu gerçeği dikkate alınır ve hangi sosyal sınıfın yönetime egemen olması gerektiği ve asıl üretici gücün hangi sınıf olduğu sorusundan hareket edilir. Bu yaklaşıma göre tarih, aslında sınıf mücadelelerinin toplamından ibarettir. İşçi Sınıfı (proleterya)’nın egemenliği esastır, halk her yerde (fabrika, okul, çiftlik vb.) kendini yönetmek üstüne yönetim şeklini belirler. İşçi sınıfına özel bir önem verilir, çünkü emeği ile üreten ve toplumu kalkındıran sınıftır. Bankacılık sistemi etkin değildir, çünkü ihtiyaç duyulmaz. Faiz büyük oranda ortadan kalkmıştır.
Sosyalist sistemler kurulduktan sonra değişik aşamalardan geçebilir;
1. Önce üretim araçları kamulaştırılır. Özel sektör üretimden dışlanır.
2. Yabancı sermaye dahil, tüm özel sektör kamu kurumuna dönüştürülmüştür. Özel sektöre gerek yoktur.
3. Daha sonra gayrimenkuller (evler, arsalar, araziler) kamulaştırılır. Sömürüye yol açtığı için özel mülk sahibi olunamaz.
4. Kamu veya sendika evleri ve arazileri yurttaşlarına kullanmaları için verir. Karşılığında kira almaz.
5. Temel hizmetler (elektrik, su, telefon, toplu taşıma, okul, sağlık) ücretsiz hale gelir, çünkü bunlar üzerinden kendini zenginleştirecek bir işveren sınıfına izin verilmez.
6. Zaten kamulaştırılmış olan bu hizmetler kamu yararına ücretsiz kullanılır.
Sosyalizm düşüncesi ilk yükseldiğinde, 19. yy. da, pek çok siyasi düşünce açıkça seçkin sınıfların desteklenmesini savunuyordu. Fakat bugün, açıktan açığa böyle bir destek ifadesi siyasi intiharla eş anlamlı olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle ideolojiler artık, bir zamanlar yalnızca sosyalizm tarafından savunulan büyük kitlelerin iyiliğini istediklerini iddia ederler. Ancak bu ideolojiler zengin sınıfların mülkiyet hakkını hâlâ savunurken, sosyalizm çalışan sınıfların haklarını doğrudan ilgilendiren meselelerin savunuculuğunda başı çeker gibi görünmektedir.
Çoğu sosyalist, sosyalizmin ekonominin demokratik kontrolünü gerektirdiğini söylemekle birlikte, bu demokrasiye has kurumlar üzerinde ve kontrolün nerelerde merkezileşip nerelerde yaygınlaşacağı konusunda fikir ayrılığındadırlar. Benzer şekilde, sosyalist ekonominin bir pazar anlayışı gütmesinin gerekliliği ve eğer güdülecekse, bu pazar anlayışının yalnızca tüketim mallarında mı, yoksa bazı durumlarda üretim araçlarının kendisinde de mi geçerli olup olmayacağı boyutunda da farklılaşırlar. Çünkü üretim araçları mevzubahis olduğunda, mesele ekonominin mülkiyeti ve kontrolü meselesidir.
Sosyalist olmayan birçok kişi, devlet himayesindeki merkezi ekonomik kontrolü ifade etmek için sosyalist ekonomi kelimesini kullanır.
Sosyalistler arasında sosyalist ekonomide özel mülkiyete ait büyük şirketlerin olamayacağı konusunda genel bir fikir birliği vardır; büyük şirketlere doğrudan kendi işçilerinin sahip olması konusunda sosyalistler daha az anlaşırlar. Kendini sosyalist addeden az sayıda kişi arasında, sosyalist olduğunu iddia eden Çin Komünist Partisi’nin bu tutumu yansıttığını söyleyenler vardı. Öyle ki bu sırada Çin Ekonomik Reformu sürüyordu ve bu reform özel mülkiyete ait büyük şirketlerin pazar ekonomisindeki rekabetini destekleyen bir yapıdaydı. Çin’in kapitalist ekonominin özüne kendini böyle adapte ettiği halde, iktidardaki partinin hala (anlamlı bir şekilde) sosyalist olduğunu iddia etmesi, Çin’in içinde ve dışında birçok tartışmalara yol açtı.
Eski Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun ekonomileri hem sosyalistler, hem de sosyalist olmayanlar tarafından sosyalist olarak nitelenir. Üretim araçları neredeyse tamamen devlete aittir ve ekonomi ülke çapındaki Komünist Partisi tarafından merkezi olarak idare edilir. Bununla birlikte, birçok sosyalist de buna karşı çıkar; çünkü bu ülkelerdeki insanların devlet yönetimi üzerinde kontrolü olmadığı için ekonomi üzerinde de kontrolü olmadığını iddia ederler. Bu sosyalistler, ekonominin oligarşi olarak anılan, daha sonra devlet kapitalisti, Stalinist ya da bazı Troçkistlerin dediği gibi “yozlaşmış işçi devleti” de denilen zümre tarafından kontrol edildiğini iddia ederler. Troçkistler Stalinist ekonominin, sosyalist ekonominin şartlarından birini yerine getirerek, ekonomiyi devlet kontrolü altına aldığını söylerler, ama onlara göre devletin işçiler tarafından demokratik olarak kontrol edilmesi gerekliliği yerine getirilmemiştir. Birçok sosyalist, bu iddianın genel hatlarına katılır ama ekonominin devlet tarafından idare edilmesi gerektiği yönündeki düşüncenin gözden geçirilmesi gerektiğini söylerler. Dahası, birçok sosyalist Sovyetler Birliği ve ona destek veren devletlerin, sınıfları ortadan kaldırmayı düşünürken, ekonomiyi kendi çıkarlarına göre yönlendiren, en azından yönlendirmeye çalışan yeni bir yönetici sınıf ya da nomenklatura ortaya çıkardıklarını iddia ederler.
Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği ve ona destek veren devletler kendi ekonomilerinin “fiilen var olan sosyalizm” (reel sosyalizm) olduğunu öne sürdüler (her hâlde var olan diğer sosyalizm teorilerine karşın, kendi sosyalizmlerini savunmak için). Bu dönemde başkaca sık kullanılan bir diğer terim de reel sosyalist/gerçek sosyalist terimiydi. Bu terimler, bu ülkeleri yöneten partilerin dışında olanlar tarafından kullanıldıklarında genellikle tırnak içinde ve hafif bir ironiyle kullanıldılar.
Temsili demokrasinin olduğu ülkelerde kendini sosyalist olarak betimleyen partilerin yönetimde olduğu veya anayasasında sosyalist ilkelerin bulunduğu ülkelerdir. Portekiz, Hindistan, Suriye, Nepal bu ülkelerden bazılarıdır.1112
Genellikle sendikalist ve mutualist sosyoekonomik modelleri takip eden, belirli bir kemikleşmiş otoritenin olmadığı sosyalist rejimlerdir. Devrimci Katalonya,13 Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu14 ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi15 bu tarz rejimlere örnek gösterilebilir.
Tek partili rejimlerdir. Bu partinin adı çoğu zaman sınıfsız topluma gidecek komünist toplumu hedeflediğinden “Komünist Parti”dir (SSCB gibi). Fakat zaman zaman çeşitli ülkeler değişik isimler kullanmıştır, örneğin “Sosyalist Parti”, "İşçi Partisi" (Kuzey Kore gibi) veya "Emek Partisi" (Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti gibi). Devlet ve parti örgütü ayrı ayrı iki koldan en küçük yerleşim birimlerine kadar indirilmiştir ve yönetime üretici güçler nezdinde katılımcılık vardır.
Batı parlamenter sistemlerin (sosyalist literatürde bunlara burjuva sistemler denilmektedir) marksist-leninist rejimler üzerinden sosyalizme yaptıkları çeşitli eleştiriler bulunmaktadır. Bunlar genel olarak 3 ana grupta toplanmaktadır:
1. Baskıcı ve antidemokratik uygulamalar bulunduğu iddiası.
İddiaların odağı olan sosyalist sistemler genelde kendilerini şu şekilde savunmaktadır: "Burjuva sistemlerinde parasal güç kadar 'güçlü' birey vardır." Dolayısıyla sosyalist sistemler tarafından da burjuva sistemleri antidemokratik olarak mahkûm edilirler.
2. Dine yönelik uygulamalar olduğu iddiası.
Sosyalist toplumlarda din doğrudan karşıya alınmaktan ziyade, egemen sınıfın bir sömürü aracı haline getirildiği ölçüde karşıya alınmıştır. Sosyalist rejimler de (özellikle SSCB) bu durumu da "Burjuva sistemleri bunu 'komünist sistemler din olgusuna karşılar' şeklinde çarpıtıp, din ile sömürmeye devam etmeye çalışıyorlar. Biz dinlere değil, dinlerin sömürü aracı olması durumuna karşıyız." tezi ile açıklamaktadır. Buna paralel olarak sosyalist toplumlardaki egemen görüş "Din olgusunun egemenlerin elinden alındıktan sonra tarihsel olarak incelenmesi" gerektiğidir.
3. İçe kapalı ekonomiler sebebiyle bilimin gelişmediği iddiası.
Bu da sosyalistler açısından "Emperyalist saldırganlık ve ekonomik ablukaların unutulduğu" şeklinde açıklanan bir iddiadır. Sovyetler Birliği'nin bilimi kullanarak kendi imkanlarıyla uzaya çıkması ve birçok alanda bilimsel keşifler yapması, bu iddiaya cevap niteliğinde kullanılmaktadır.
Marksistler ve diğer sosyalistler genellikle sosyalizm kelimesini yukarıda açıklanan anlamlarda kullanmakla birlikte, bu kelimenin Marksist kullanılışında başka bir özellik daha vardır. Karl Marx, tarihsel materyalizm açıklamasında sosyalizmi toplumun kapitalizmden sonraki, komünizmden önceki aşaması olarak değerlendirir. Marx böyle bir toplumun nasıl özellikler taşıyacağı konusunda net değildir fakat inancında ve komünizme doğru dönüşürken, devrimci sosyalizmin kapitalizm üzerinde kazanacağı zaferde ısrarlıdır.
Marx, analizlerinde 8 tane toplum biçimi saptamıştır. Bunlardan ilki komünal toplum, sonuncusu ise komünist toplumdur. Komünist toplum Marx'a göre ikiye ayrılır: sosyalist toplum ve komünizm. İşte sosyalist toplum, Marx'a göre komünizmin birinci evresi yani alt evresidir. Komünizm ise komünist toplumun üst ve son evresidir.
Marx, sosyalizmi var olan devlet formlarına artık ihtiyaç duyulmadığı, sınıfsız komünist topluma geçiş aşaması olarak düşünür. Engels’e göre, sosyalizmin temsili demokrasisi ortadan kalkar ve yerine komünizmin doğrudan demokrasisi gelirken; ekonomik yaşam özgürlük ve eşitlik temeli üzerinde yeniden düzenlenecek, devlet herhangi bir devrime ihtiyaç duymaksızın kendi kendine sönümlenecektir. Bu sınıfsız, devletsiz toplumu nihai hedef olarak belirlerken, Marksist düşünce ve anarşizm benzeşmektedir. Bununla birlikte, anarşistler devleti bir gecede yok etmek isterlerken, komünistler bunun giderek sönümlenen yavaş ve aşamalı bir süreçte gerçekleşmesini beklerler.
Bu sosyalizm tanımlaması özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisinin anlaşılması açısından önemlidir. Çin Komünist Partisi sınıf çatışmasının Çin’i zaten sosyal gelişimin sosyalist evresine ittiğini iddia etmektedir. Bu yüzden ve Den Xiaoping’in olgulardan gerçeği olgulardan hareketle aramak teorisi nedeniyle, “çalışan” herhangi bir ekonomik sistem kendiliğinden sosyalist bir politika olarak nitelenmektedir; bu nedenle “Çin Tipi Sosyalizm”in ne olduğuna dair herhangi bir çerçeve çizilememektedir.
Karma ekonominin en yaygın tanımı, doğal kaynaklar ve kamu hizmetleri üzerindeki kamu mülkiyetinin sınırlandırılmasıdır. Bunun temel mantığı, doğal kaynakların ortak mülkiyet olduğu ve kamu hizmetlerinden bazılarının (ya da hepsinin) doğal tekeller oluşturduğudur. (Örn: Elektrik ve su kaçınılmaz olarak tekeldir)
Kimileri karma ekonomideki sosyalist yaklaşımı genişleterek, kapitalistlerin toplum üzerinde denetim kurmasına yol açabilecek hayati önemi olan herhangi bir sanayi alanından ya da güç dengesizliği yaratabilecek büyük zenginliklerden uzak tutulması gerektiğini düşünürler. Ulusal savunma ya da egemenlik konusunda da benzer düşünceler vardır. Birçok kapitalist ülke en azından geçmişte çelik, otomobil, uçak sanayisi gibi kilit önem taşıyan sanayileri ulusallaştırmıştır. Örneğin Harry S. Truman Kore Savaşı sırasında çelik fabrikalarını ulusallaştırmıştır. Bu fabrikalar ABD Yargıtayı’nın emriyle özel mülkiyete aktarılmıştır.
Tüm sosyalist düşünürler serbest Pazar ekonomisinin bir süre sonra mutlaka belirli bir azınlığın yararına ama çoğunluğun zararına işler hale geldiği konusunda hemfikirdirler. Özellikle komünistler kapitalizmle herhangi bir uzlaşmanın gerçekleşebileceğini reddederler. Onlara göre zenginliğin özel birikimine izin veren herhangi bir ekonomik sistem özünde adaletsizdir ve kapitalistlere (kendi sermayesi olan ve kontrol edenler) eşitsiz gelişim ortamı sağlamaktadır. Kendilerini sosyalist olarak tanımlayanların az bir kısmı, üretim araçlarının planlı bir şekilde özel mülkiyete devredilebileceğini söylerken, diğer sosyalistler bu konuda fikir ayrılığındadırlar. Bazıları zenginliğin daha eşit dağıtılabilmesi için kapitalist piyasa koşullarının işleyişini kullanabileceklerini iddia ederken, diğerleri de bu dağıtımın eşitliğini garanti altına almak için tüm mülkiyetin kamulaştırılması gerektiğini söylerler. Birçok sosyalist özellikle temel ihtiyaç malzemesi olmayan mallarda, arz-talep dengesini ayarlamanın piyasa koşulları mekanizmaları olmadan çok zor olduğunu bilmektedir. Bazıları ılımlı bir piyasa sosyalizmi modeli ortaya koymuşlardır; buna göre bir market vardır, ama üretim araçlarının mülkiyetine sahip bir sınıf yoktur.
Sassoon, Donald. One Hundred Years of Socialism: The West European Left in the Twentieth Century. New Press. 1998. ISBN 1-56584-486-6
Guy Ankerl, Beyond Monopoly Capitalism and Monopoly Socialism, Cambridge, MA: Schenkman, 1978.
Beckett, Francis, Clem Attlee, Politico's (2007) 978-1842751923
Nik Brandal, Øivind Bratberg, Dag Einar Thorsen. The Nordic Model of Social Democracy (2013) Pallgrave MacMillan. ISBN 1137013265
Gerald Cohen. Why Not Socialism? Princeton University Press, 2009. ISBN 0691143617
G.D.H. Cole, History of Socialist Thought, in 7 volumes, Macmillan and St. Martin's Press, 1965; Palgrave Macmillan, 2003 yeniden basım; 7. cilt, ciltli, 3160 sayfa, ISBN 1-4039-0264-X.
Michael Ellman (2014). Socialist Planning. Cambridge University Press; 3. baskı. ISBN 1107427320
Friedrich Engels, Socialism: Utopian and Scientific, Pathfinder; 2r.e. baskı (Aralık 1989) 978-0873485791
Friedrich Engels, The Origin of the Family, Private Property and the State, Zurich, 1884.
Albert Fried and Ronald Sanders, eds., Socialist Thought: A Documentary History, Garden City, NY: Doubleday Anchor, 1964. .
Frances Goldin, Debby Smith, Michael Smith. Imagine: Living in a Socialist USA. Harper Perennial, 2014. ISBN 0062305573
Élie Halévy, Histoire du Socialisme Européen. Paris: Gallimard, 1948.
Michael Harrington, Socialism, New York: Bantam, 1972. .
Michael Harrington. Socialism: Past and Future. Arcade Publishing, 2011. ISBN 1611453356
Hayes, Carlton J. H. "The History of German Socialism Reconsidered," American Historical Review (1917) 23#1 ss. 62–101 online
Jesús Huerta de Soto, Socialismo, cálculo económico y función empresarial (Socialism, Economic Calculation, and Entrepreneurship), Unión Editorial, 1992. ISBN 84-7209-420-0.
Makoto Itoh, Political Economy of Socialism. London: Macmillan, 1995. ISBN 0-333-55337-3.
Oskar Lange, On the Economic Theory of Socialism, Minneapolis, MN: University of Minnesota Press, 1938. .
Michael Lebowitz, *Build It Now: Socialism for the 21st century *, Monthly Review Press , 2006. ISBN 1-58367-145-5.
Alan Maass. The Case for Socialism. Haymarket Books, 2010 (Güncellenmiş basım). ISBN 1608460738
Marx, Engels, The Communist Manifesto, Penguin Classics (2002) 978-0140447576
Marx, Engels, Selected works in one volume, Lawrence and Wishart (1968) 978-0853151814
Joshua Muravchik, Heaven on Earth: The Rise and Fall of Socialism , San Francisco: Encounter Books, 2002. ISBN 1-893554-45-7.
Michael Newman, Socialism: A Very Short Introduction, Oxford University Press, 2005. ISBN 0-19-280431-6.
Bertell Ollman, ed., Market Socialism: The Debate among Socialists, Routledge, 1998. ISBN 0-415-91967-3
Leo Panitch, Renewing Socialism: Democracy, Strategy, and Imagination. ISBN 0-8133-9821-5.
Emile Perreau-Saussine, What remains of socialism?, in Patrick Riordan (dir.), Values in Public life: aspects of common goods (Berlin, LIT Verlag, 2007), ss. 11–34
Richard Pipes, Property and Freedom, Vintage, 2000. ISBN 0-375-70447-7.
John Barkley Rosser and Marina V. Rosser, Comparative Economics in a Transforming World Economy. Cambridge, MA: MIT Press, 2004. ISBN 978-0-262-18234-8.
Maximilien Rubel and John Crump, Non-Market Socialism in the Nineteenth and Twentieth Centuries. ISBN 0-312-00524-5.
Katherine Verdery, What Was Socialism, What Comes Next, Princeton. 1996. ISBN 0-691-01132-X
James Weinstein, Long Detour: The History and Future of the American Left, Westview Press, 2003, ciltli, 272 sayfa. ISBN 0-8133-4104-3.
Peter Wilberg, Deep Socialism: A New Manifesto of Marxist Ethics and Economics, 2003. ISBN 1-904519-02-4.
Edmund Wilson, To the Finland Station: A Study in the Writing and Acting of History, Garden City, NY: Doubleday, 1940. .
Orijinal kaynak: sosyalizm. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page