Sinematografi veya görüntü yönetimi (Yunanca : kine (hareket) ve graphos (yazı)), sinema filmi için görüntü kaydederken ışıklandırma ve kamera tercihleri yapma disiplinidir. Birçok açıdan fotoğraf sanatıyla yakından ilgilidir; fakat kamera ve görüntü elemanlarının hareket hâlinde olduğu durumlarda birtakım ek özellikler de gösterir. Elektronik görüntü sensörüyle görüntü yakalamak, görüntüdeki her piksel için elektronik olarak işlenen ve sonraki işleme veya görüntüleme için bir video dosyasında saklanan bir elektrik yükü üretir. Fotoğraf emülsiyonu ile yakalanan görüntüler, film stoğu üzerinde kimyasal olarak "geliştirilen" bir görünür görüntüye dönüşen bir dizi görünmez/gizli görüntüyle sonuçlanır.
Sinematografi, bilim ve iş dünyasının birçok alanında olduğu kadar eğlence amaçlı ve kitle iletişiminde de kullanım alanı bulur.
Sinematografi sinema filmlerine özgü bir sanat formudur. Işığa duyarlı maddeler üzerinde görüntü kaydetme işi 1800’lerin başından beri uygulanıyor olsa da, nispeten daha yeni olan “hareketli resim” sanatı farklı fotoğraflama teknikleri ve yeni bir estetik anlayışı gerektiriyordu.
Sinemanın ilk dönemlerinde, görüntü yönetmeni genellikle filmin hem kameramanlığını hem de yönetmenliğini üstlenirdi. Sinema sanatı ve teknoloji geliştikçe, kameramanlık ve yönetmenlik arasında bir ayrım oluştu. Optikteki ve renkli film, geniş ekran (widescreen) gibi çeşitli tekniklerdeki ilerlemelere ek olarak, yapay ışıklandırma ve ışığa daha duyarlı (daha hızlı) ham filmlerin gelişiyle birlikte teknik açılardan sinematografi, bir uzmanın varlığını zorunlu kıldı.
1919 yılında (Paris’in ardından dünyanın yeni sinema başkenti hâline gelen) Hollywood’da, bugün hâlâ varlığını sürdüren ve dünyanın ilk meslek topluluklarından biri olan American Society of Cinematographers (Amerikan Görüntü Yönetmenleri Topluluğu - ASC) kuruldu. ASC, görüntü yönetmenlerinin film yapma bilim ve sanatına katkılarını ortaya koymak için oluşturulmuştu. ASC’ye göre sinematografi; basit bir fiziksel olayı kaydetmek değil, özgün sanat eseri yapımcılığında doruğuna ulaşan yaratıcı ve yorumlayıcı bir işlemdi. Sinematografi fotoğrafçılığın bir alt kategorisi değildi. Fotoğrafçılık, daha ziyade görüntü yönetmeninin diğer fiziksel, örgütsel, idari, yorumsal ve görüntüyü yönlendiren tekniklere ek olarak kullandığı bir sanattı.1
Sinematografi sanatına katkıda bulunan çok sayıda unsur vardır.
Sinematografi ham film rulolarıyla başlar. Film emülsiyonu ve filmin gren yapısındaki gelişmeler, görüntü yönetmenlerine önemli çeşitlilikte ham film seçenekleri yaratmıştır. Bir film yapımı sırasında alınacak ilk kararlardan biri ham film seçimidir.
Film boyutu — 8 mm (amatör), 16 mm (yarı-profesyonel), 35 mm (profesyonel) ve 65 mm (epik fotoğrafçılık, nadiren kullanılır) — seçiminin yanında, görüntü yönetmeni pozitif film ile negatif film arasında, ayrıca hızları 50’den (yavaş, ışığa en az duyarlılıkta) 800’e (çok hızlı, ışığa aşırı düzeyde duyarlı) kadar değişen filmler arasında bir tercih yapmak durumundadır. Bunlara ek olarak, renge verdiği tepkiler açısından farklılaşan (düşük doygunluk – yüksek doygunluk) ve düzeyleri tam siyahtan (ışığa hiç maruz kalmamış/hiç pozlanmamış) tam beyaza (ışığa aşırı derecede maruz kalmış/aşırı pozlanmış) kadar değişen kontrastlıktaki filmler arasında bir seçim söz konusudur.
Neredeyse tüm film boyutlarında yapılan ayarlamalarla, “süper” filmler yaratılmıştır. Bu filmlerde, filmin fiziksel boyutu aynı kalırken, bir görüntünün çekimi için kullanılan film alanı genişletilmiştir. Süper 8 mm, Süper 16 mm ve Süper 35 mm; süper olmayan denkleriyle kıyaslandığında; tüm film alanının daha büyük kısmından yararlanmaya imkân sağlayan formatlardır.
Film boyutu büyüdükçe; görüntünün çözünürlüğü, berraklığı ve teknik kalitesi artar.
Dijital görüntüleme dünyasında, artık ham filmlerin bir kullanım alanı yoktur. Fakat zaten kameraların kendisi, görüntüleme ayarları konusunda ham filmlerin sağladığı avantajların çok ötesinde olanaklar sağlamaktadır. Kameralar daha çok ya da daha az renk duyarlılığı ve kontrastla ya da ışığa az ya da çok duyarlı şekilde çekim yapmak için ayarlanabilmektedir. Farklı emülsiyonların yaratacağı birbirinden farklı görünümler artık tek bir kamera ile yaratılabilmektedir. Buna rağmen, dijital görüntüleme yönteminin analog yöntemden daha iyi olup olmadığı konusu hâlâ tartışmalıdır. Dijital görüntüleme ayarları, eğer görüntülemede ham film kullanılsaydı hangi görüntü ayarlarının oluşacağı hesaplanarak yapılır. Bu durumda kameranın sensör tasarımcısının birbirinden farklılık gösteren ham film ve görüntü ayarlama parametreleri kullanması söz konusu olabilecektir. Bu nedenle, konunun uzmanı olan birçok kişi bu yaklaşımı “ikinci dereceden” bulmakta ya da bunun gerçek görüntüyü “taklit etmek” olduğunu düşünmektedir.
İşin laboratuvar kısmı da ortaya çıkan görüntüyü önemli ölçüde farklılaştırabilecek niteliktedir. Isıyı farklılaştırarak, filmin kimyasalların içinde kalış süresini değiştirerek ve bazı kimyasal işlemleri atlayarak görüntü yönetmenleri tek bir ham film rulosundan birçok farklı görüntü elde edebilmektedir.
Difüzyon (ışığı yayma) ya da renk filtreleri gibi filtreler, film atmosferini ya da dramatik etkiyi arttırmak için yaygın olarak kullanılır. Çoğu fotoğraf filtresi, aralarında bir görüntü formu ya da ışık yönlendirici madde bulunan, birbirlerine yapıştırılmış iki parça optik camdan oluşur. Renk filtreleri, iki optik cam arasına yarı saydam bir renk tabakasının sıkıştırılmasıyla oluşturulur. Renk filtreleri belirli ışık dalgalarının filme ulaşmasını engellemek için kullanılır. Renkli filmde, sezgisel olarak bile anlayabileceğimiz üzere, mavi filtre; kırmızı, turuncu ve sarı renkteki ışınların film üzerine düşmesini engeller ve filmde mavimsi bir ton yaratır. Siyah beyaz fotoğrafçılıkta ise işler sezgilerimizin bize söylediğinin aksine yürür. Bu tarz fotoğrafçılıkta kullanılacak sarı filtre, mavi ışınların önünü kesecek ve (böylelikle mavi olan gökyüzünün film üzerindeki görüntüsü çok az ışığa maruz bırakılacağından) gündüz vakti gökyüzünün resimde daha karanlık görünmesini sağlayacak; fakat insan teninin renk tonunu etkilemeyecektir. Christopher Doyle gibi bazı fotoğrafçılar, filtreleri yenilikçi kullanımlarıyla tanınırlar. Filtreler, farklı etkiler yaratmak amacıyla lensin önünde ya da arkasında kullanılabilir.
Kamera insan gözü gibi çalışır; bir bakış açısı yaratır ve dünyanın geri kalanıyla uzaysal ilişkiler kurar. Bununla birlikte, insan gözünden farklı olarak kameralara -değişik etkiler yaratmak için- farklı mercekler takılması da mümkündür. Kameralardaki bu avantajın en büyük faydası odak uzaklığının çeşitlenmesidir. Görüntü yönetmenleri geniş açılı, normal ve teleobjektifler arasında seçim yapmanın yanı sıra, makroobjektifler ve boroskop objektifler gibi diğer özel etki yaratan mercek sistemleri arasında da tercih yapabilmektedir.
Geniş açılı objektiflerin odak uzaklıkları kısadır ve uzaysal mesafeleri daha belirgin hâle getirirler. Geniş açılı objektifle, uzaktaki bir insan normaldekinden daha küçük görünürken, kameranın önündeki bir insan daha da büyük gözükecektir. Bununla birlikte, tele objektif birbirinden uzak olan nesneleri birbirine daha yakın göstererek ve perspektifi düzleştirerek bu tarz abartıları azaltır. Zoom objektif kameramana çekim esnasında odak uzaklığını değiştirme olanağı verir. Sabit objektifler (prime lens) daha iyi bir görsel kalite sundukları ve zoom objektiflerden daha “hızlı” (daha az ışıkta diyaframın daha geniş açılması) oldukları için profesyonel sinematografide zoom objektiflerden daha çok tercih edilirler. Ancak; belirli film sahnelerinde ve hatta bazı film türlerinde, hız veya kullanım kolaylığı açısından ya da özel bir etki yaratmak için zoom objektifler kullanılmaktadır. Örneğin; Alfred Hitchcock Vertigo filmindeki, merdivenlerde gerçekleşen ünlü kovalama sahnesini zoom objektiften faydalanarak çekmiştir.
Odak uzaklığı aynı zamanda bir sahnenin alan derinliğini -yani; uygun odakta resmin arka, orta ve ön alanlarının ne kadarının filme yansıyacağını- da etkiler (çünkü görüntünün yalnızca tek bir düzlemine tam odaklanma yapılabilir). Odak derinliğiyle karıştırılmaması gereken alan derinliği, diyaframın açıklık oranı ve odak uzaklığı ile belirlenir. Geniş ya da derin bir alan derinliği, çok küçük bir diyafram açıklığını ve uzaktaki bir nokta üzerinde odaklama yapılmasını gerektirir. Alan derinliğinin az olması içinse, geniş bir diyafram açıklığı ve merceğe daha yakın bir nokta üzerinde odaklama yapılması gerekmektedir.
Alan derinliği aynı zamanda format büyüklüğünden de etkilenmektedir. 70 mm film, 35 mm’ninkinden daha az olan odak uzaklığı ile en az alan derinliğine sahip olan filmdir. 16 mm film daha büyük alan derinliğine sahipken, çoğu video kamera 16 mm’ninkinden de büyük alan derinliklerine sahiptir. Video kamera kullanıcılarının dijital kamerayla 35 mm’nin görüntüsünü taklit etmeye çalışırken yaşadıkları en büyük hayal kırıklığı, dijital kameranın kaydettiği aşırı büyüklükteki alan derinliği ve bunun birtakım ek optik araçlarla azaltılması gerekliliğidir.
Orijinal kaynak: sinematografi. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page